Yaşlı Şeyh Ve İcezat isteyen Genç Talebe

YAŞLI BİR ŞEYH, kendisinden icâzet isteyen müridine, henüz yeteri kadar olgunlaşmadığını ve insanları irşad etmek için farklı gözlere sahip olması gerektiğini söylemiş. Delikanlı, bu sözleri pek anlamamış. Ona göre gözleri çok keskinmiş ve her şeyi görüyormuş. Bu yüzden de rahatsızmış duyduklarından.

Yaşlı adam, durumu fark ederek:

— Peki o zaman, demiş. Git ve dünyayı dolaş. Ne zaman sütten oluşan bir ırmağa rastlarsan, o zaman yanıma gel, icâzet vereceğim.

Kendisini bir masal kahramanına benzeten delikanlı, ağzına sütten başka içecek koymayan şeyhinin böyle bir ırmağı rüyasında gördüğünü zannetse de, o güne kadar aldığı terbiye gereğince: “bu işte bir hikmet vardır” deyip yola koyulmuş. Günler boyu dere tepe düz gitmiş. Her önüne çıkana, o ırmağı sorarak.

Genç adamın aradığı şeyi duyanlar, ona bir meczup gözüyle bakmaya başlamışlar. Ve “ne de olsa tekkedendir” diyerek hoş görmüşler. Böylelikle aylar geçmiş aradan.

Delikanlı, geri dönmek istemiyormuş. Eğer ırmak gerçekse, onu bulma ümidini kaybettiğinden, şeyhin yüzüne bakmaktan utanıyormuş. Ama ırmak bir hayâl mahsulüyse, bu sefer de şeyhe güven duymayacakmış.

Genç mürit, günler boyu kara kara düşünmüş. İşin içinden bir türlü çıkamıyormuş. Sonunda, farklı gözlere sahip olmaktan ve hayalî bir ırmağı aramaktan vazgeçmiş. Her halde eve dönmek, en iyisiymiş. Babasıyla birlikte çiftçilik yapar, hayvanları sağmasına yardım edermiş.

Delikanlı, en nihayet evin yolunu tutmuş. Ve kestirme olsun diye, dağa tırmanmış. Fakat üç dört gün boyunca bir şey yemediğinden, biraz sonra nefes nefese kalmış. Başı bir değirmen taşı gibi dönmeye, gözleri de kararmaya başlamış. Aceleyle sağa sola bakınmış. Bir ağacın altında, yaşlı bir adam varmış. İlerde de birkaç tane koyunla kuzu.

Son bir gayretle oraya yöneldiğinde, adam sanki onu bekler gibiymiş. Heybesindeki her şeyi önüne koymuş, “buralarda ne işin var?” diye sorarken.

Delikanlı suskun kalmış, gıybet olmasın diye. Ne bir ırmaktan bahsetmiş, ne de iyice yaşlanan tekke şeyhinden. “Farklı gözler”den söz açmış, gözlerini ihtiyardan kaçırıp.

Yaşlı adam, yumuşacık bir sesle:

— İlk bakışta bütün gözler aynıdır, demiş. Ne yazık ki çoğu sadece bakar. “Farklı “gözler” çok azdır, onlar görürler.

Delikanlı, bakmakla görmenin aynı şeyler olmadığını anlamış ama, bir kaç örnek beklemiş ihtiyardan.

Yaşlı adam, sanki onun kalbini okur gibi:

— Biraz önce ne yedin? diye sormuş. Ne gördün yemeğinde?

Delikanlı tek tek saymış: biraz ekmek, biraz peynir, zeytin ve soğan diye..

— Sen sadece bakmışsın, demiş ihtiyar. Eğer dikkat etseydin, senin gibi milyarlarca insanın ve sayısız canlının aynı anda beslendiğini görecek ve bu muhteşem ziyafeti vereni bulacaktın.

Delikanlı, çok şaşırmış duyduklarına. Gözlerinden bir perde kalkmış sanki.

Yaşlı adam:

— Biraz önce ayakların titriyordu değil mi? diye sormuş. Başın da dönüyordu. Ama şimdi şifa buldun. Belki de aynı anda, senin gibi milyonlarca canlı da şifa buldu. Eğer biraz farklı gözle baksaydın, bu dünyanın mükemmel bir hastane olduğunu anlar ve şifa veren kudretin büyüklüğünü görürdün.

Bir perde daha kalkmış, genç müridin gözünden.

Yaşlı adam, yavrusunu emziren bir koyun göstererek:

— Süt emen bir kuzuya baktığında, insanlar dahil, bütün yavrulu annelere hediye edilen sütü düşünmelisin, diye devam etmiş. O taktirde birkaç yudumcuk değil, belki sütten bir ırmak göreceksin. Belki de bir süt nehri.

Delikanlı, daha fazla dayanamamış. Çimenlerin üzerine yığılmış titreyerek. Bir ırmağı andıran yaşlarla temizlemiş, yıllar boyu kör olan gözlerini.

Biraz sonra veda etmek istemiş ihtiyara. Boynuna sarılmak için yanına gittiğinde, küçük bir çocuk gibi şaşırarak bağırmış. Karşısındaki kişi, tekkedeki şeyhiymiş.

Yaşlı adam, onu şefkatle kucaklarken:

— Seni asla bırakmazdım evlâdım, demiş. Benim şeyhim de beni terk etmemişti.