BÜYÜK ÂLİM, EMÎR, KUMANDAN NASIL YETİŞİR?

Bilindiği gibi, şehzâdeler, hususî hocalar tarafından sarayda yetiştirilirdi. Bu hocalara padişahlar tarafından o kadar geniş salâhiyetler verilirdi ki, gerekirse hoca, şehzâdeyi dövebilirdi.
Gecelerden birinde Molla Güranî merhum, istikbâlin Fâtih'i Şehzade Mehmed (k.s.)'e mûtad dersini verdikten sonra odasına çekilmişti. Gece namazına kalktığında, şehzâdenin lambasının yandığını görünce, acaba rahatsız mıdır diye şehzâdenin odasına kadar gider, kapısını çalar. Şehzâde kapıyı açınca hoca sorar:

- Hayırdır inşâallah, neden uyumadın?

Şehzâde Fâtih cevap verir:
- Müzâkere ediyordum efendim!

Hoca Güranî:
- Hangi dersi müzâkere ediyordun? deyince şehzâde cevap vermez. Masanın üzerindeki kâğıtları gören hoca, kâğıtlar üzerinde bir takım notlar ve haritayı hatırlatan askerî plan ve projeler görür.
- Bunlar nedir? diye sorunca, şehzâde şu cevabı verir:
- Efendim, uykusuz kalışımın sebebini arz edeyim: (Fakat sır olarak sizde kalması ricâsıyla...) Gönlümü ateşler içinde bırakan sır şudur: Taa sahâbe-i kirâm zamanından beri defalarca muhâsara edildiği halde, Kostantıniyye şehri niçin fethedilemiyor? İşte bu gece beni bu saatlere kadar uykusuz bırakan mes'ele bu idi.
Bu alevden cümleyi dinleyen Molla Güranî hazretleri, şehzâdeye şu şekilde cevap verir:

- Evlâdım, bu büyük zafere ermeni bütün gönlümle arzu ederim. Lâkin ben senin câhil bir kumandan olmanı değil, âlim bir hükümdar olmanı isterim. Zaten Kostantıniyye şehrinin fethini kaç asır evvel âhirzaman Peygamberi Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) Efendimiz, "Bir gün gelecek (Şarkî Roma İmparatorluğunun kalesi ve Bizans'ın payitahtı olan) Kostantıniyye şehri fethedilecek. O fetih ordusunun kumandanı, ne mübârek bir insan ve o ordunun askerleri de ne sâlih kimseler olacaklar" buyurmuşlardır. Bu itibarla Peygamber-i zîşan (s.a.v.) Efendimiz'in medhederek müjdelediği bu büyük fethin şanlı zaferi; mutlaka ki âlim, âlim olduğu kadar da âdil ve dirâyetli bir kumandana nasip olacaktır. Bu sebepten senin okuman gereken her şeyi okuyup tekmîl-i nüsah ettikten sonra bu büyük zafere seferber olman, rûhumun en büyük emelidir.

Şehzâde, hocasının bu cihan-kıymet nasihat ve vasiyetini yıllar yılı rûhunda en mukaddes bir bayrak olarak dalgalandırırken, durmadan aklî ve rûhî melekelerini kemâle erdirerek, 21 yaşında iken o büyük zaferi kazanmış ve bu cennet vatanı bizlere emânet etmiştir.

Demek ki büyük insan, büyük âlim, büyük kumandan, büyük idareci öyle kendiliğinden yetişmiyor. Gayet tabiî temelde liyâkat, istidat ve kabiliyet şart; ancak kâfi değil. Bütün bu hasletlerin gelişip olgunlaşması için de muayyen bir zemine ihtiyaç var. Sonra da bu zemin üzerinde; yılmadan, usanmadan, her türlü sıkıntı, meşakkat ve mânialara göğüs gererek azimle sa'y ü gayret gerekiyor. Şayet bize verilen imkânları israfla heder eder, çalışıp çabalayıp gayret göstermezsek, ne pîrandan himmet, ne Resûlüllah'dan şefaat, ne de Allah Teâlâ'dan muvaffâkiyet beklemeye yüzümüz olmaz. Hz. Fâtih (ks.)'in evladları olduğumuzu söylememiz de, kuru bir iddiâdan ibâret kalır.